Kot İki Yazıları



Doğarken bize bahşedilenle dikte edilen hayatı doğru harmanlayabilsek, yahut sadece 
bahşedileni yaşayabilecek kadar özgür kalabilsek, büyük arayışlarımız, varlığına anlam katma 
çabalarıyla heba olduğunu zanneden egoist yaşamlarımız olmazdı.

Attığın her adımın, fark etmeksizin senin, organik çevrenin ve binlerce kilometre uzakta uçan bir kuşun hayatını değiştirebildiğini hatırla.  En büyük mucizesin oysa sen, doğansın! Türünün abartısıyla doğumana bazen 40 gün 40 gece sevinilensin. Sana bahşedilmiş toprakları, insanları, hayatı anlayamadan bulunduğun aile ve toplum tezahürleri ile evrilmen çok olası, hatta şehirlerin, düzenin, çok modern fakat bir o kadar yaşlı hayatın normlarına uymaya başladın bile. Doğduğun ailenin senin için en iyi istemesi kadar şevkat yüklü ve seni bahşedilenden uzaklaştırıcı bir ritüeldesin artık. Bu yazının devamında aile, çevresel etkenler, toplum ve benzeri tüm unsurlara aile diyerek devam etmek istiyorum. Aile büyürken sana etik ve tecrübesel veriler yüklemeye başlar. Kendi hayal kırıklıklarına, arzularına senin bedeninde yer açar birazda. Kronolijin devlet tarafından belli bir yaşa kadar nettir zaten. İlk okulla resmen başlayan öğrenimin ile yarışlardan geçersin, yaralı bereli, bazen umursamaz yada muhteşemsindir, ailene göre. Bu yıllar içerisinde yine ailene göre aile olmalısındır. İster az ister çok, çocuk yapman beklenir özlemle. Ailene uyan şartlar dahilinde bir aile kurman halinde planlanan mutlu sondasındır artık. Bir iş ve maddesel diğer kazanımlar her şeyin devamlılığı için sarf malzemelerdir. Bunlar da tamamsa oldu bu iş. Bir arayışa gerek yok artık, belki de bulmuş oldun böylece. Sana dikte edilen senin bahşedilenindi beklide. Kelimelerini sevmesen de, yukarıda yazılanlar senin mutlu hayatının özetiydi. Umarım mutlusundur ve sert kıvrımlara sahip bir anlatım diyip geçebilirsin bu yazıyı. Hatta geç ister sen şöyle. 

Hep başka senaryolar vardır; Mutlu değilsin. Aile olamadın yada tamam oldun, bir ailesin istenen cinsten ama değilsin işte. İstediğin sen değilsin. Dünyanın uçsuzluğu, saplanıp kalmışlığın ağırlığı, sevmediğin işin, yürümek istemediğin yollar, merak ettiklerin, öğrenmek istemeden öğrendiklerin, ben, sadece ben olma isteğin ve tonlarcasıylasın. Benim istediğim hayat bu değil, özgür olmak istiyorum, cesaretim var, nereden başlayacağım, arar bulurum, denerim… Sana göre sen uyandın ve var oluşunun bir anlamı var ama sen bulamadın henüz değil mi? Sen biriciksin bu dünyada, tüm iyilik dolu kalbinle dahi olsa fark yaratman lazım. İşte bu durum diğer durumdan daha beter hale getirebilir insanı. En düz haliyle en başta bahşedileni arıyorsun artık. Arama, bırak. Yerde açan çiçekten daha güzel, her gün doğan güneşten daha değerli değilsin, senden dünya üzerinde milyarlaca var diye de demiyorum, abarttığın kadar önemli bir varlık değilsin. Anla artık, sırtlandığın yükünü bırak güzel çiçeğin yanına, güneşe çevir yüzünü, nefes al! İstersen öl, istersen yaşa, ne kadar ne fark eder bulunduğun sonsuzluk için. Bunun anlamını anladığında hayatın anlamını aramana gerek kalmayacak. Ama zor, gerçekten zor olacak. Derinleştikçe daha da zor hatta. Bütüne bakarken gözlerinle, kalbin hep işin içindeyse hele…  

Böyle böyle mutlu olacaksın, gülecek gözlerine kadar hayat, aksilikler hep yanı başında, böyle böyle yaşam yolundasın işte, abartmaya gerek yok.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Benim, Küçük, Tatlı Ekspedisyonum LİKYA

Seksomanyak

Kızıl Güneş Bayramı